TAVUK MİSALİ


Uçma hayali kuran tavuk, ben şişman olduğum için kuşlar gibi uçamıyorum diyerek, zayıflamaya karar vermiş. Yemeden içmeden kesilmiş. Günden güne zayıflamaya başlayınca yumurtaları da ufalmış zamanla. Yumurtalarım da kuş yumurtalarına benzedi, demek ki doğru yoldayım demiş.Sonra hiç yumurtlamamaya başlamış zayıflıktan. Sahibinin dikkatini çekmiş bu durum. Hastalandı herhalde demiş sahibi. Ölmeden önce kesip yiyeyim şunu. Tavuğu kesmiş. Tabi pişirmeden önce tüylerini bir güzel yolmuş. O sırada bir rüzgâr çıkmış. Tavuğun tüyleri rüzgârla birlikte gökyüzünde uçmaya başlamış. Ama tavuk tüylerinin uçuşunu görememiş çünkü o sırada tencerede pişmekteymiş.


HİKAYEDEN ÇIKAN SONUÇ:Yumurtlamıyan tavuğu keserler, hayalleri olsada...

KRALIN ÇOCUKLARI


Yaşlı kral ülkesini yıllarca yönetmişti. Halkı ondan memnundu. Şimdi hasta ve yorgundu. Vezirini çağırarak şöyle dedi: Ölümüm yakındır. Yerime uygun birisini bırakamaz isem bunca yıldır halkımı memnun etmemin ne anlamı kalır. İki oğlum var. Birisi merhametsiz, öteki cimri. Biri halkıma zulmeder, öteki halkımı fakir eder.

Vezir biraz düşünüp, krala güzel bir fikir sununca, kralın yüzündeki karamsarlık yerini tatlı bir huzura bıraktı. Birkaç hafta sonra kral vefat edip, kralın vasiyeti açıklandı. Kral bir oğluna tacını diğerine tahtını bırakmıştı. Kim kral olmuştu? Herkes şaşkındı...

Bir oğlu; kral benim, hiç tacı olmayan kral olur mu? dedi. Diğeri ise; tahtı olmayan kral nerde oturacak? Hep ayakta mı duracak? tabi ki kral benim dedi. Kimin kral olduğu belli olmadığı için, kısa süre sonra ülkenin işleri aksamaya, halkı huzursuz olmaya başladı. İki kardeş karar verdiler. Vezirin yanına gidip bu işi sen hallet dediler. Vezir, sarayın bahçesindeki elma ağacının önünde halkı topladı. Bütün elmalar toplandı. Ağaçta sadece iki elma kaldı.

Sonra kralın çocuklarını çağırdı: ‘Sizi bir sınav yapacağım, kazanan kral olsun’ dedi. İki kardeş razı oldu. Vezir:"Ağaçtaki iki elmadan birisini sen, diğerini de sen koparmaya çalış. Koparmaya çalışırken sen tahtını, sende tacını kullan" dedi.

Kardeşlerden ilki baktı ki elma yüksek dalda, tacını fırlattı elmaya. Elma dalından koptu, yere düştü ama tacı ağacın dalında kaldı.

Diğeri de kendi elmasına erişmek için tahtın üzerine çıkıp zıplamaya başladı. En sonunda öyle bir zıpladı ki elmayı kopardı fakat tekrar tahtın üzerine düşünce, tahtı süsleyen mücevherler yere saçıldı.

Vezir dedi ki kardeşlerden ilkine:"Bak sen elmayı kopardın ama koparırken onu fena ezdin. Bu elma senin yöneteceğin halkı temsil ediyor. Sen kral olursan halkını böyle ezersin. En sonunda tacını ağacın dalında bıraktığın gibi krallığını da bırakmak zorunda kalırsın."

Diğerine dedi ki: ‘’Sen ise tahtındaki mücevherleri düşürmen yani onları feda etmen karşılığında elmayı koparabildin. Yani krallığının zenginliğini halkınla paylaşacak olursan iyi bir kral olabilirsin.’’

Bunun üzerine kralın oğlu hemen tahtından düşen mücevherleri aldı, orada toplanmış olan halka dağıttı. Böylece cimrilik yapmayacağını ispatladı ve kral oldu. Diğer kardeşi de merhametli bir insan olmaya gayret etti. Ülke tekrar huzura kavuştu.

hedefini bulan ok


Ahmet, padişah çadırının hemen arkasındaki tepenin üzerinden ovada ki savaşı seyrediyordu. Çadırın yüz adım kadar önünde, on muhafız yan yana dizilmiş nöbet tutuyordu. Ahmet, düşman ordusunun çembere alınmak üzere olduğunu görüp de, zaferi kazanmamız an meselesi diye düşünürken, savaş meydanından bir atlının padişahın çadırına doğru gelmekte olduğunu fark etti. Kıyafetine baktı, bizim askerlerden biri, padişaha zaferi haber vermek için geliyor herhalde dedi. Sevinirken biraz da içi burkuldu. Bu onun katıldığı ilk savaştı. Ama zaferin kazanılmasında pek bir payı olmamıştı. Ona, padişah çadırının hemen arkasındaki bu tepede gözcülük yapma görevi verilmişti. Ahmet ordunun en geri safındaki askerdi. Oysa o, savaşa katılıp attığı isabetli oklarla zaferin kazanılmasına yardımcı olmak istiyordu. Osmanlı ordusunun en iyi okçularından birisi olan babasının ona söylediği şu sözü hatırladı: Bir oku fırlatmadan önce, yayın ipini geriye çektiğin gibi, kaderde, bazen insanı hedefine fırlatmadan önce geriye çeker. İşte böyle zamanlarda sabırlı olman gerekir.


Ahmet bunları düşünürken dikkatini bir şey çekti. Atlı, çadırın önünde dizilmiş olan padişahın muhafızlarına yaklaşmasına rağmen yavaşlamamıştı. Hiçbir asker böyle bir saygısızlık yapmaya kalkışmazdı. Ahmet süratle yerinden kalktı. Atlı, hiç yavaşlamadan muhafızların arasından geçerek atını doğruca padişahın çadırına sürünce, askerler arasında bir bağrışma koptu. Padişah ne olduğunu anlamak için çadırından çıktığında, atlıyla karşı karşıya geldi. Ahmet, atlının elindeki kılıcı görünce, nişan alıp okunu fırlattı. Okun hedefini bulmasıyla, atlı askerin ölü bedeninin padişahın önüne düşmesi bir oldu. Kısa süre sonra her şey anlaşıldı. Bu atlı, padişahı öldürebilmek için, Osmanlı askeri gibi giyinmiş bir düşman askeriydi.
Ahmet en geri saftayken padişahın hayatını kurtararak, savaşın kahramanı haline gelince babasını daha iyi anladı…

başı önünde



Bir çocuk her gün evden okula, okuldan eve başı önünde gider gelirmiş. Çocuk büyümüş. İşten eve, evden işe gidip gelen bir adam olmuş. Başı hep önündeymiş ama gene. Sonra emekli olmuş. Ayakları tutmadığı için artık yürüyemez olmuş. Okula gidip gelenleri seyretmiş evinin penceresinden, işe gidip gelenleri. Sonra gözleri görmez olmuş, elleri titrer olmuş. Sesi de titremiş bir gün, son bir nefes çekmiş dünyadan, mezarına gider olmuş.

Mezara koymuşlar. Mezarına gelip gidenler olmuş. Sonra kimseler gelmez olmuş. Ama sevdikleri onun mezarından hiç ayrılmamış.

Adam daha gençken kazmaya başlamış, tam dört yüz kerede kazmış mezarını. Küçükken de hep toprakta oynarmış oyunlarını, kazarmış durmadan dikkatlice toprağı.

Hikâyeden sorular

Bu adam kimleri çok seviyormuş?
Neden başı önünde yürümüş hayatı boyunca ve mezarını niye kendi kazmış?

Hikâyeden cevaplar

Adam karıncaları seviyormuş. Başı önünde yürümüş hep, yürürken görmeyip de bir karıncayı ezer miyim acaba diye… Mezarını da kendi kazmış, kazarken bir tek karıncayı bile öldürmemeye dikkat etmiş.

Hikâyeden sonuçlar

Ne enteresan değil mi? toprak; bizim için mezar karıncalar için yuva. Demek ki ölünce hayat bitmiyor, toprağın altında da hayat devam ediyor. Ama karıncalar için farklı bir hayat, bizim için farklı bir hayat var toprağın altında. Onların yuvaları toprağın altında, ya bizim ne işimiz var orada?

Karıncaları bu dünyada uymamız gereken kurallar olarak düşünürsek, bu kuralları çiğnememeye dikkat etmeliyiz galiba siz ne dersiniz?

kedi mi fare mi?



sorsalar kedi mi olmak istersin fare mi ?
hepimiz kedi olmak isteriz, fareleri pek sevmeyiz.
aklımıza gelmez kedilerin en çok fareleri sevdiği....