hedefini bulan ok


Ahmet, padişah çadırının hemen arkasındaki tepenin üzerinden ovada ki savaşı seyrediyordu. Çadırın yüz adım kadar önünde, on muhafız yan yana dizilmiş nöbet tutuyordu. Ahmet, düşman ordusunun çembere alınmak üzere olduğunu görüp de, zaferi kazanmamız an meselesi diye düşünürken, savaş meydanından bir atlının padişahın çadırına doğru gelmekte olduğunu fark etti. Kıyafetine baktı, bizim askerlerden biri, padişaha zaferi haber vermek için geliyor herhalde dedi. Sevinirken biraz da içi burkuldu. Bu onun katıldığı ilk savaştı. Ama zaferin kazanılmasında pek bir payı olmamıştı. Ona, padişah çadırının hemen arkasındaki bu tepede gözcülük yapma görevi verilmişti. Ahmet ordunun en geri safındaki askerdi. Oysa o, savaşa katılıp attığı isabetli oklarla zaferin kazanılmasına yardımcı olmak istiyordu. Osmanlı ordusunun en iyi okçularından birisi olan babasının ona söylediği şu sözü hatırladı: Bir oku fırlatmadan önce, yayın ipini geriye çektiğin gibi, kaderde, bazen insanı hedefine fırlatmadan önce geriye çeker. İşte böyle zamanlarda sabırlı olman gerekir.


Ahmet bunları düşünürken dikkatini bir şey çekti. Atlı, çadırın önünde dizilmiş olan padişahın muhafızlarına yaklaşmasına rağmen yavaşlamamıştı. Hiçbir asker böyle bir saygısızlık yapmaya kalkışmazdı. Ahmet süratle yerinden kalktı. Atlı, hiç yavaşlamadan muhafızların arasından geçerek atını doğruca padişahın çadırına sürünce, askerler arasında bir bağrışma koptu. Padişah ne olduğunu anlamak için çadırından çıktığında, atlıyla karşı karşıya geldi. Ahmet, atlının elindeki kılıcı görünce, nişan alıp okunu fırlattı. Okun hedefini bulmasıyla, atlı askerin ölü bedeninin padişahın önüne düşmesi bir oldu. Kısa süre sonra her şey anlaşıldı. Bu atlı, padişahı öldürebilmek için, Osmanlı askeri gibi giyinmiş bir düşman askeriydi.
Ahmet en geri saftayken padişahın hayatını kurtararak, savaşın kahramanı haline gelince babasını daha iyi anladı…

0 Comments:

Post a Comment